30 Kasım 2014 Pazar

Ne büyük özgürlük terketmek!


Sonbaharda başlar ayrılıklar, yolculuklar...Göçler bir yerden diğerine... Bir umutla yeni başlangıçlara kanat çırpar kuşlar. Durmazlar insan gibi değildir onlar yaşayamadıkları yerlerde. Giderler geride bıraktıklarına bakmadan. Terkederler. 

Terketmek!

Hiç düşündün mü,
Ne büyük özgürlük terketmek! Ne zor bir iş terketebilmek! 

Hani insanlar neden sürekli şikayet eder hayatlarından? İşte sebebi; terketme korkusu! Sevmiyor musun işini, eşini, yaşadığın şehri, mahalleni, sokağını, evini, arkadaşını, kedini ve en önemlisi kendini? O zaman terket! Sen farkında mısın ne büyük özgürlük elindeki? Korkunun esaretinde olmuş hayatın. Kendisine biçtiğin borçların ve sorumlulukların cezan olmuş, yaşadığın yerde hapishanen. Her gün aynı yatakta yatıyorsun. Belkide çarşaflarının rengi bile aynı. Bir gün işini kaybetme korkusuyla o evin sahibi olma hayalini yıllara bölüyorsun. Aynı yoldan işe gene aynı yoldan eve yetişme  telaşı hiç bitmiyor diye düşünüyorsun. Köşedeki fırından ekmek almayı unutma. Ekmek bile aynı değil mi? Hep aynı koltuğa oturup haftada bir dönen aynı yemekleri yiyorsun. Televizyon kanallarıda aynı türden şeyleri zırvalayıp duruyor gene sen aynı şeylerden şikayet ediyorsun ve sen aynı saatte yatağa gidiyorsun. Biri üç ve üçü beş yapma telaşın içinde tükettiğin ömürde ne üçün bir anlamı kalıyor ne de beşin. Kaç yıl ömür geçirdin böyle tutsak hesaplamaya korkuyorsun. 

Geçti gitti ömür deyip hayıflanırken bakıyorsun ki geçen yıllara sana kala kala hasta, yaşlı bir adam kalmış. 

Terketmek büyük özgürlük! Sen sadece özgürlüğü elinde olmayanlar için imrenilecek bir tarafı olmayan ahmaktan başka bir şey değilsin.

Sonbahar gelince terkederim beni içine çeken o küçük dünyamdan ve başka dünyalara açarım kanatlarımı. Büyük umutlarla dönmek için...

Yaşasın terketme özgürlüğü!

SU,
30.11.2014
Ümraniye 

19 Eylül 2014 Cuma

Bir cennet hayal et; Anyalya Kemer Çıralı köyü


Bugünün rotası İstanbul'dan Aydın-Nazilli. Üzerine destanlar yazılmış kutsal kitapta üzerine yemin edilmiş İncirin memleketine doğru yola koyulmanın heyecanı ile Bursa yolu üzerinde Yalova sınırlarında Sepetçioğlu restoranda öğle yemeği molası verdik. Ne yiyeceğiz diye çok düşünme zahmetinde bulunmadan buranın meşhur yemeği kuyu kebabı kuyudan taze çıkmış:)) 




Yolumuza devam ediyoruz. M.Kemal Paşa sınırlarından geçilir de Kemalpaşa tatlısı paralel geçilir mi. Paralel dedim pardon.^_^. Burada tahinli ve sade olarak Kemalpaşa tatlımızı yiyerek ve yanımıza da şerbetli ve kurusundan da alarak yolumuza devam ediyoruz.


Trafik kurallarına uyarak akşam saatlerinde Aydın ilinin Nazilli ilçesine ulaştık. Burada çok sevdiğimiz Işık ailesine misafir olduk. Kapıda hemen dışarı çıkmak için bizi hazır bekliyorlardı. Bizi çok iyi tanıdıkları için hiç sormadan buradaki en meşhur pideciye götürdüler aynı mekâna geçen yılda gitmiştik. Bu pide aslında Bozdoğan pidesi olarak bu yöreden adını alıyor. Ama bunu en iyi Yenipazar’da yapıyorlarmış. Bu lezzeti Yenipazar köyünden gelip Nazilli merkezde bize sunan işletme sahibine teşekkür ederiz. 



Kıymalı pidesi özellikle peynirlisi ve kesinlikle yemeniz gereken aslında tahinlisi. Tahinli pideyi tatlı niyetine tabiri yerinde ise tıka basa doysanız da yemeden ayrılmayın.  Klasik Türkler gibi nasıl olsa gene çok yedik diyeceksiniz. Pes etme hemen daha çok yiyeceğimiz lezzet var. Daha ne mi? Asla hayır diyemeyeceğiniz üzerine Allah'ın yemin ettiği incir... 


Bu sene malum havaların kurak gitmesi yeterli yağmurun incir bahçelerine ulaşmaması nedeni ile incirlerde geçen yıla göre verim oldukça düşük. İncirler küçük, kalın kabuklu ve balsız olmuş. Biz bu kadar kilometreyi bu incire ulaşmak için ve ona nağmeler yazmak için geldik. Geçen bütün kuraklığa rağmen değdi. Ertesi gün Çarşamba günü sabah erken saatlerde gene ayaktayız. Hazırlıklarımızı tamamladıktan sonra Nazilli Uzunçarşı'ya gidiyoruz. Neden mi? Ayışığı büfede Necati amcanın meşhur tostu ile sabah kahvaltımızı yapmak için tabiki. 



Yaklaşık 35 yıldır tosta hizmet eden usta bir tane yetmez dedi ve ikincileri yapmaya koyuldu bile çoktan biz dur demeye kalmadan. Zaten bu lezzete nasıl dur denebilirdi ki! Bütün mütevazılığine rağmen bu lezzetin farkındaydı. Yoksa nasıl bu kadar yıl o mütevazı dükkânında hizmete devam edebilecekti. Necati amca henüz biz kahvaltıya gelmeden bizim için taze incir ve kuru inciri almış hatta paketlemişti bile. Bizde iki parça olarak Ankara ve İstanbul'a bu lezzeti yaşayamayan ailelerimize kargo ile gönderdik. Hatta kuru incir ile bu lezzet Amerika'da yaşayan abime kadar ulaştı. Teşekkür ederiz Necati amca, teşekkür ederiz Aydın! Arkamıza bakarak büyük düşler şehri Denizli, Pamukkale'ye doğru ilerliyoruz. 






Pamukkale Traventerleri ve Hierapolis antik kenti ziyaret etmek Denizli'den 18 km kuzeyine yol alıyoruz. Kaynak sularının kirecinden oluşmuş, parlak, beyaz rengiyle Türkiye’nin en önemli doğa harikalarından biri olan Pamukkale’yi; tepesinde Antik Roma’dan kalma Hierapolis kutsal şehrini ziyarete geldik. Bu masallar diyarının beyazlığı nasıl mı oluşuyor? Basınç altında yer altı sularında erimiş karbondioksit geçtikleri bölgelerdeki kalsiyum karbonatı eriterek taşır. Suyun açığa çıkması ile başınç ortadan kalkınca suda erimiş olan karbondioksitin uçması ile suda erimiş bulunan kalsiyum karbonat ince katmanlar halinde kayaların üzerinde çöker. İşte bu beyazlığın nedeni kimyasal bir reaksiyondan ibaret. Tanrı eli değince muhteşem oluyor değil mi? Tabi ki buraya insan eliyle hiç mi zulüm yapılmamış? Gene karşımıza yaşanmış tarihe ve doğal zenginliği insan eli ile tecavüz eden betonlaşma kendini gösteriyor. Buraya inşa edilen oteller yüzünden maalesef Hierapolis kalıntılarının bir bölümü tahrip edilmiş, otellerin fosseptiklerinden sızan sular ve aşırı insan stresi (!) zamanla travertenlerde sararmaya neden olmuş. UNESCO’nun Pamukkale’yi korumaya almasıyla namusu temizlenemese de bir temizliğe ve düzenlemeye gidilmiş; travertenlerin üzerindeki oteller yıkılmış, üzerinde ayakkabı ile dolaşmak yasaklanmış, termal su kontrollü olarak bölge bölge ayrılarak verilmeye başlanmış, çünkü aşırı miktarda ki su beyazlığın akıp gitmesine neden olduğu gibi uzun süre aynı yere akıtılan su da yosunlaşmaya neden oluyormuş. Travertenler tamamen eski rengine kavuşmasa da tehlikeye karşı önlemler alınmış. Arkeoloji literatürüne kutsal şehir anlamında 'Holy city' olarak geçen Hierapolis; Bergama Krallarından II. Eumenes tarafından MÖ. II. YY. başlarında kurulmuş ve bu adı Bergamanın efsanevi kurucusu Telephosun karısı Amazonlar kraliçesi Hieradan dolayı aldığı biliniyor. Hierapolis’in iki girişi var; yayaların kullandığı güney girişinden ayakkabı ile çıkmak yasak ve motorlu taşıtların kullanabildiği kuzey kapısı Hierapolis kalıntılarının içine çıkıyor. Hierapolis büyük depremler geçirdiğinden dolayı şehrin büyük kısmı yıkık durumda. Şehrin en sağlam duran yapısı MS 1.yy’da inşa edilen tiyatrosu.
Hierapolis şehrinin en büyük kalıntılarından olan Roma hamamı 1984’den bu yana müze olarak kullanılıyor. Üç kapalı mekan ile doğu bitişiğindeki kütüphane ve gymnasium olarak bilinen açık mekanlar müze teşhir alanları olarak düzenlenmiş. Lahitler ve Heykeller Salonu: Bu salon, Hierapolis ve Laodikeia kazılarından çıkan eserlerden oluşmaktadır. Bu bölümde lahitler, heykeller, mezar taşları, mimari sütun paye başlıkları ve yazıtlar sergilenmiş. Roma Dönemi’ne ait bu eserler içinde Tyche, Dionysos, Pan, Asklepios, İsis Rahibesi heykelleri bulunmaktadır. Laodiekia kentinde ortaya çıkan ve müzenin en güzel eserlerinden biri olan Sidemara tipi lahit, bir şehir meclisi üyesine (Arhon’a)aittir.

Birçok uygarlığa damgasını vuran küçük buluntular Küçük Eserler Salonu’nda sergileniyor. Kronolojiye göre sergilenen bu eserler Denizli ve çevresindeki arkeolojik yerleşkelerden elde edilen eserlerden oluşuyor. Salonun bir bölümünde Beycesultan Höyüğü kazısından çıkarılmış olan idoller, pişmiş toprak testi, tören (libasyon) kapları ve taş eserler diğer bölümlerinde ise Frig, Helenistik, Roma, Bizans dönemlerine ait, pişmiş toprak kandiller, adak kapları, cam kaplar, kolyeler, madeni takılar (yüzük, küpe, bilezik v.b.) sergilenmektedir. Sikkenin ilk darp edildiği İ.Ö. VI. yy’dan bu yana Helenistik, Roma, Bizans ve Selçuklu ile Osmanlı dönemlerine ait altın, gümüş ve bronz sikke örneklerini görmek mümkün.

Hierapolis Tiyatrosu’nun sahne binasını süsleyen eserlerin birçoğu müzenin Hierapolis Tiyatrosu Buluntuları Salonu’nda teşhir edilmiş. Bu salonda; Apollon ile Artemis’e ait mitolojik kabartmalar, Dionysos’un eğlence alayları ve Roma İmparatoru Septimus Severus’un taç giyme törenine ait kabartmalar, Persephone’nin Hades tarafından yeraltına kaçırılması, Apollon, Leto, Artemis, Hades ile ilgili heykeller, sfenksler, Attalos ve Eumenes’in büst heykelleri ile mimari kabartma örnekleri ve kentin tanrıçasının (Hierapolis’in) taç giyme töreni ve tiyatro ile ilgili meclis kararlarını belirten yazıtlar görücüye çıkartılmış. 




Burada alan girişine 25tl verip birde müze girişine 5tl istediklerinde sinirlerim pik yaptı! Kültür bakanlığı ne yapıyor diye de merak ettim. Bir sürü antik kent gezmeme rağmen böyle bir uygulama ilk defa burada karşılaştım. Bu memlekette hiç mi standart olmaz diye insan elinde olmadan sinirleniyor. Aynı gün istikametimizi Antalya'ya çeviriyoruz. 

Tatilin kısalığından ve görecek çok yerin olmasından dolayı tatil planında revizyona gittik. Antalya Korkuteli ilçesi üzerinden geçerek Kemer belediyesine bağlı Çıralı mevkiine doğru yol aldık. Tabiki Korkuteli ilçesinde Şişci Ramazan’da şiş köfte ve Antalya’nın meşhur mu meşhur piyazı yenmeden gidilir mi dedik ve tabiki akşam yemeği için yolumuza burada mola verdik. 


Bu harika lezzete isterseniz o bölgede arap kadayıfı diye bilenen bazı yörelerde taş kadayıf ya da yassı kadayıf diye de bilinen tatlıyı da ekleyebilirsiniz. Ama biz tercihimizi gene Antalya’nın meşhur yanık dondurmasından yana yaptık. Aman yanık dondurmada nasıl oluyor demeyin. 



Hani yemeğin altı tutunca bir yanık kokusu olur ya öyle bir tatla yörenin keçi sütü ile oluyor. Benim severek yediğim bir dondurma ama sevmeyenler olacaktır tercih meselesi ama denemenizi tavsiye ederim. Oradan ayrılırken birde ne göreyim tirmisçi! 


Tirmis beni çocukluğuma götürdü. Sanki film şeridi gibi bütün okul yıllarım gözümün önünden geçti yüzümde bir tebessüm ile. Hatta bir söz vardır ‘çağrılmayan yere tirmisçi gider’ diye. Tirmisimizi de yanımıza aldıktan sonra artık kamp kurmak için çıralıya doğru yola koyulsak iyi olacak. Yoksa geceye kalacağız. Yaklaşık akşam saat 9 civarı kamp alanına Elif Camping’e Mete beyin yolu tarifi ile ulaştık. Mete beyin naif ses tonu ve bize güvenini hissettiren diyaloğu ile kendimizi evinize gelmiş gibi hissettirdi. Buraya nasıl mı karar verdik? Doğa ile iç içe karanlığa şahitlik edeceğimiz, bize kandil olan yıldızları izleyebileceğimiz, sadece kumdaki ayak sesimizi ve dalganın ritmini duyabileceğimiz kadar sessiz bir ortam istedik. Elif camping bu huzurlu ve artık bulunması bir o kadar da zor ortamı bize sağladı. Başta Mete bey olmak üzere abisine ve Reksus’a teşekkür ederim. Nazik, kibar, eğitimli, kültürlü işletmecilerle tatil daha rahat ve huzurlu geçti. Zaten onlar bütün ihtiyaçlarına daha sen talep etmeden cevap veriyorlar.


Bu fotoğrafta ki sahil 3 km çıralı ve olimpos'a bakan ortak sahil. Carettacarettaların yumurta bırakma alanı.
İnsanların stresli halleri burada kaybolur. Kendilerini huzura teslim etmişler. Yüzlerinde hafif bir tebbesüm… Bizim gibi orada bulunan diğer misafirlerle saygılı ve seviyeli bir iletişim halinde buluyorsunuz kendinizi.



Henüz sabah ezanı okunmadan dinlenmiş olarak uyanıyorsunuz. Sabahın ilk aydınlığında deniz çarşaf gibi ve ılık… Güneşin doğuşunu denizde izlemek bir şahane. Deniz sabahın erken saatlerinde berrak ve tabi ki aç balıkları da görmeniz mümkün. Eğer ki denizde balıklar sizin ayaklarınızı çimdiklerse panik yapmayın sadece yüzün…


Burada yapay ışık görmeniz mümkün değil. Gündüz Güneş, ‘geceleri size kandil yaptık’ diye kutsal kitapta geçen yıldızlar sizi aydınlatmaya yetiyor. Burada gecenin karanlığının tanımını öğreniyorsunuz. Burada sessizliğin size etkisini hissediyor, meltem esintisinin teninizde flörtüne şahitlik ediyorsunuz. Burası henüz beton kirliliğinin olmadığı, zenginlere peşkeş çekilmemiş, insan görünümlü yaratıkların değil, insana hayvana doğaya saygılı insanların yaşadığı huzur limanı...



Bizde bu cennete limana Ağustos 2014'de kısa süreliğine de olsa demir attık. İstanbul'un kaosuna gözümüz arkada ama zihnimiz arınmış olarak güzel bir tebessümle geri dönmek üzere yola koyulduk.
Not: Günübirlik geziler yaptık; Olimpos antik kent ve Yanartaş.
Olimpos antik kent ve Yanartaş ile ilgili yazıları sonraki zamanlarda ekleyeceğim.





29 Ağustos 2014 Cuma

Mutluluğun Devinimi

Selam İnsan,

Unuttuysan eğer hatırla tekrar 'insan' olduğunu. Bir inanca göre insan olma görevini kabul ettiğini! 
Bugün sana unuttuğun başka bir şeyi daha hatırlatacağım 'yaşadığını'. Dünyanın sadece ahirete gitmek için bir yol olduğuna mı inanıyorsun? Peki hangi yolu seçtin kendine?
Sus, söyleme, tahmin edeceğim! Zor olanı değil mi? Akl-i melikeleri yerinde olan insanların %99.9'u bu yolu seçer, diğerleri için zor yoktur zaten.
İnsan, sana sesleniyorum! Yaşamak tahmin edemediğin kadar kolay. Bütün gereksinimlerin sana göre dizayn edilmiş. İhtiyaçlarına ulaşabilirliğinde hiçbir zorluk yok. Bu dünyada aslında zor diye birşey yok çünkü burda herşey mümkün. Mümkün olan herşeyde kolaylık vardır. Yaşamı zorlaştıran senin düşüncelerinde ki karmaşıklık. Mümkün olanı imkansız hale getiren senin düşüncelerin. 

Peki bu nasıl oluyor? 
Öğretilerde saklı...

Beyin uyum sağlayıcı yönde evrimleşmiştir. İnsan, dünyaya ilk gözlerini açtığı zaman çevresinde ki hareketleri takip eder. Bu gözlem ve analiz yaşamı boyunca devam eder. Beyin bunların doğrultusunda duygular ve eylemler üretir. Henüz doğduğunda hiçbir bebeğin korku diye bir duygusu yoktur. Çevresel tepkilerle, yönlendirmeler ile oluşan korkular beyin tarafından kodlanır. Beyin olumlu duyguları, olumsuz duyguları, önyargıları kodlar. Kişi bir durum ile karşılaştığı zaman beyinde ileti oluşur ve bu ileti reflekse dönüşür. Bireyde kodlanan olumsuz duygular ve düşünceler beyinde bir tür stres oluşturur ve beyni bloke ederek bazı hormon ve enzimlerin salgısını durdurur. Peki bütün bunlara ne gerek var! 

Unutma insan! 
"Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır"
Beyne sağlıklı kodlar yüklemek lazım ki sana geri dönüşüde sağlıklı olsun. Hayatını zorlaştıran kendi benliğin. 
İnsanın en temel gereksinimleri; yemek, barınmak
Bunlar dışında ki herşey lüks! Lüks edinmenin sınırı yok. Lüks seni mutlu etmez bilakis senin mutsuzluğunun birincil sebebidir aslında. 

Kendi benliğinde temizliğe git öncelikle. Neden yaşadığını sorgula. Mutlu olmak istiyormusun o zaman lüksten uzak dur. Lüks ne midir, temel gereksinimlerin dışındaki herşey. Çok kazanıyorum harcamak beni mutlu ediyor mu diyorsun. Bir daha düşün mutlumusun? Geri dön benliğini temizlemeye. Sana bir tavsiye mutlu olmak istiyorsan elindeki değerin bir devinimde olmasını sağla. Tüketim mutlu etmez çünkü devinimi yok. Mesela bir öğrenci okut, ikinciyi belki üçüncü, dördüncü, bir hastaya bak, ikinci hastaya bak, ihtiyaç sahibinin peşinde ol, ağaç dik mesela o kadar dik ki adı orman olsun, nesli tükenen hayvanlara umut ol, öksüze anne ol yetime baba, hiçbirşey yapamıyorsan ve hiçbirşey olamıyorsan sadece 'insan' ol. Değer verdiklerin listesini çıkar kendine ve kontrol et hangisi devinimde ol(a)mayanı hayatından çıkar. İşte elinde kalan mutluluğun listesi. 

Yaşam o kadar kısa ki, belki mutlu olmak için vaktin bile yok! 

Ya ahh çekecekler bunca ömrü heba ettin diye. Arkandan sadece af dileyecekler, âmin nidaları duyulacak.

Yada arkandan başlattığın devinimler devam edecek. Hayırla yad edecekler seni...

SU
28.08.2014, 
Çıralı/Antalya

14 Temmuz 2014 Pazartesi

EL YAPIMI DONDURMA ( HANDMADE ICE CREAM )

Temmuz sıcağına Ramazan ayı denk düşünce evlerde iftar yapmak çok güç oldu. Kendimizi parklara atmak istiyoruz ama İstanbul ne mümkün. Ben gene kendimi şanslı hissediyorum çünkü Çamlıca korusu bana çok yakın. Şuan Çamlıca korusu halka açık ama yarınlardan endişeliyim. Konu çok derinleşmeden burada asıl yazımın ana karakterlerine dönmek istiyorum.

Malum Ramazan dedik bizde iftar sonrası kendimizi parklara atamıyorsak egzoz kokulu sokaklara atıyoruz. Şu an meydan olarak kullanılan betonlaşmanın diğer bir örneğini gördüğümüz Ümraniye meydanda ramazan münasebeti ile çoğunluğu memleket bazlı derneklerin belediye tarafından kiralanan kiosklarını görmek mümkün. Burada tam olarak bir kültür tanıtımının yapıldığından bahsetmek mümkün değil. Zaten bizim amacımızda dışarı da bir soluklanmak belki ilgimizi çeken bir şeyde bulabilir miyiz düşüncesiydi. 

Dikkatimi çeken derneklerden bir tanesi Artvinliler derneği oldu. R'si silik dondurma yazan bir camekanın arkasında ellerinde metal spatulalar ile bir şeyleri yoğuruyordu. Tabi ki ilgimi çekti ve yaklaştım. Güzel gülümseyen bir bayan olan Serap hanım dikkatimi çekti. Nazik elleri ile dondurmaya hayat vermeye çalışıyor. Kendi ve sevgili nişanlısı Ramazan bey ile bu işe girmişler. Kendi karışımları ile doğal el yapımı dondurma yapıyorlar. İlk başlarda nasıl olur diye şüphe ile yaklaştım. Fakat Serap hanımın el emeği ve sunumu ile hazırlanan dondurmanın tadı muhteşemdi. Kendisine bunun sırrını sorduğumda bana 'sevgi' cevabını verdi. 
İçinde sevgi olduğu çok belliydi zaten.


                                                        Serap & ben ^-^

Ramazan & Serap çiftinin ellerine emeklerine sağlık. 
Dileğim ve inancımda onların başarılı olması ve bu doğal ve muhteşem lezzeti bize sadece burada değil de istediğimiz zaman ulaşabileceğimiz mekanlarda da sunmaları.

10 Mart 2014 Pazartesi

TİYATRO ETKİNLİĞİ: İSTANBUL EFENDİSİ

Bu sezon izlemek istediğim oyunların en başında geliyordu İstanbul Efendisi. Bir sorun vardı ki kapalı gişe oynayan bu oyuna bileti bulabilmek. Bütün bunları göz önünde bulundurarak Şubat ayı oyun düzeni açıklandığında ve biletler satışa sunulduğunda hem de en ön orta iki koltuğu satın aldım. Neredeyse bir ay vardı oyuna ve ben sabırsızlanıyordum. Hatta aynı gün hayranı olduğum keman virtüozu Farid Farjad İstanbul’da konseri vardı. Aslında ikisi arasında kaldım ama İstanbul Efendisi’ne biletler çoktan alınmıştı ve programdan dönmek yoktu.







Tarih 28 Şubat 2014’ü gösterdiğinde günlerden en sevdiğim gün Cuma’da olunca ertesi günün rahatlığı ile yürüme mesafesinde olan tiyatronun yolunu tuttuk. Yerimizi bulduk ve en rahat halimizle oyunun başlamasını beklerken dekordaki ayrıntıları süzmeye başlamıştım. Bir taraftan merakımda gittikçe artıyordu.

Müsahipzade Celal, İstanbul efendisi ile Osmanlının lale devrinden sonraki gündelik yaşamı konu alıyor. Yönetmen koltuğunda oyunu şaha kaldıran Engin Alkan gene bizde söylenecek söz bırakmıyor. Oyun 2 saat 45 dakika sürüyor ve oyunun temposu hiç düşmeden bütün oyuncular ve oyuna dahil olan orkestra sahnede harika bir performans sergiliyor. Seyirci ile alkışlar, tempolar yeri gelince sözlü diyaloglar ile interaktif bir oyun sahneleniyor. Zaman zaman oyun içindeki şarkıları beraber söyledik herkesin yüzünde gülümseme ve kahkaha hiç eksik olmadı. Savleti Efendi rolünde Tankut Yıldız'ı görüyoruz. Oyunun içinde doğaçlamalar çok başarılı idi bu doğaçlama performansları tabi Tankut Yıldız'a aitti. 




Salveti efendinin oğlu İrfan rolündeki Edip Tepeli’in performansı tek kelime ile muhteşemdi. Bazı sahnelerde o kadar çok güldüm ki kahkaha atmaktan iki büklüm oldum en ön sırada. Sahneyi doldurdu tek kelime ile muhteşemdi ellerine sağlık, üstlendiği büyük rolü başarılı ile sergiledi. Zaten en çok alkışı da kendine sundu seyirci.

Çengi Afet ile Salveti Efendinin diyalogları harikaydı,
  ‘bu yaptığın şeye toplu taşıma araçlarına geçildiğinde adını koyacaklar’
  El-cevap: taciz

Müzikal oyunda seçilen şarkılar ve performanslar çok yerinde olmuştu. Bu kadar uzun bir oyunu temposu hiç düşmeden şarkılar, danslar ve diyaloglar ile sahnede icra eden tüm ekip dakikalarca ayakta alkışlandı. Yönetmen koltuğunda Engin Alkan, sahne tasarımı Barış Dinçel, Işık tasarımı Murat İşçi, kostüm tasarımı Duygu Türkekul, orkestra, bütün oyuncular ve emeği geçen herkesin ellerine sağlık.

Oyun hakkında bilgi vermekten kaçındım çünkü burada ne yazarsam yazayım yazılanlar oyunu anlatmakta kifayetsiz kalacaktı.

Benden tavsiye vakit kaybetmeden İstanbul Efendisi oyunu için yerinizi ayırtın. Ben ikinci defa izlemek için gün sayıyorum.

İyi seyirler… 

28.02.2014,
SU,
ÜMRANİYE, İSTANBUL

28 Şubat 2014 Cuma

GÜLÜMSE; DİLDE FARKLI OLSA DA HER YÜZDE AYNI!

Gülümse, smile, Lächeln, 微笑, rideto, sourire, გაღიმება, χαμόγελο, मुस्कान, 笑顔, 미소, ipsum, инээмсэглэл, لبخند, zâmbet, улыбка, sonrisa, le, مسکراہٹ, รอยยิ้ม......

Gülümse her dilde farklı,

Gülümsemek her yüzde aynı ... Gülümse stres atmak için, mutlu olmak için, sağlıklı olmak için...




Hayatından kin ve nefreti at, bütün olumsuzluklara rağmen, 
Unutma gülümse, 

Çünkü her şeyi güzelleştirecek güce sen sahipsin, sadece gülümse!

SU, 
28.02.2014

26 Şubat 2014 Çarşamba

SABAHATTİN ALİ ROMANI; KUYUCAKLI YUSUF

Kuyucaklı Yusuf ile geç de olsa Sabahattin Aliyi tanıma fırsatım oldu. Roman çok trajik bir olayla başlıyor. Yazar, ailesini kaybeden bir çocuğun iç dünyasında yaşadığı duygu durumunu, dış çevresi ile ilişkilerini yalın bir dille anlatıyor. 1937'de yayınlanan roman dönemin toplumsal yargılarını ve eğilimlerini Kuyucaklı Yusuf çemberinde ele alıyor.

İçine kapanık, dik başlı Yusuf'un lirik aşkı abartıya kaçılmadan duygu-ruh haline uygun bir şekilde anlatılmış. Hayatta hiçbir şeyi olmayan Yusuf'un sahip olabileceği tek şey kalmıştı oda aşkı; Muazzez. Kardeşi gibi çocukluğundan genç kızlığına kadar yanında olan Muazzeze olan aşkı toplumsal etik kuralları içinde çok saf ve temiz duygularla abartıya kaçılmadan kahramanın hayat tecrübelerine uygun olarak anlatılmış.
   
Kitapla ilgili detayları vermekten özellikle kaçınıyorum çünkü her okuyucuda farklı etkiler yaratacaktır. Her birey bilinç altındaki tecrübeleri ile farklı detaylarda farklı düşüncelere kapılacak, okuduğu aynı roman olmasına rağmen duygu yoğunluğu ve algı farklılığı olacaktır.

Sağlıklı huzurlu günler dilerim, 

SU, 
27.02.2014,
İSTANBUL

17 Şubat 2014 Pazartesi

YAŞAR NE YAŞAR NE YAŞAMAZ

İçinde yaşadığın kainat AŞK üzerine yaratıldı ise nedir bu içimizdeki nefret, kin ve düşmanlık! Tabiatımıza aykırı davranış gösteriyoruz. Bundan dolayı mıdır ki bu savaş bu toplumsal hastalıklar? Birey olmadığımız için bir gruba dahil olma çabası. Vatandaş olamadığımız için birinin yakını olma eğilimi? Devlet, vatandaşın hak ve özgürlüklerini güvence altına alan ve gerektiği durumda müdafaa eden ve güvence altına alan kurum iken bugün devlete karşı vatandaşlık haklarımızı savunmaya başladık. Dolaylı olarak bu durumda vatandaşlar arasında ayrılıklara sebep olurken kin ve nefret duygularını da kamçıladı. 

Roma imparatorluğunda askerlerin evlenmesi yasak olan bir dönemde gizlice evlenmek isteyen ve bu uğurda hapse atılıp öldürülen ve öldürülmeden bir gün önce sevgilisine ulaştırılması için verdiği 'Saint Valentine' imzalı mektup ile özdeşleştirilen bu gün 14 Şubat'da Valentine' Day adıyla artık tüm dünyada kutlanmaktadır. 

Bizde insanların yaşam mücadelesi verdiği, dünyanın sevgiye hasret kaldığı, insan gibi yaşamayı arzuladığı bugünlerde biraz manalı olsun diye 14 Şubat 2014 'de İBB Şehir Tiyatrosunda gösterimde olan 'YAŞAR NE YAŞAR NE YAŞAMAZ' oyununa gitmeye karar verdik. 

Oyun Nazım Hikmet'in kaleminden çıkmış yalın bir dille yazılmış Devlet-Vatandaş aradaki uçuruma vurgu yapan güzel bir oyun.


Devlet ve vatandaş arasında dönen çarkta dişli arasında sıkışıp kalan insan haklarının en temel hakkı olan yaşam hakkı adına Yaşar'ın verdiği mücadeleyi ironi ile ele alan yazar bizi düşüncelere sevk etti. Yaşar'ın hayatında zaman zaman kendimizi bulduk. Okula kayıt yaptırmak isteyen Yaşar'ın 4 yaşında iken Çanakkale'de şehit düştüğü ve kayıtlara göre ölü olduğu öğrenilir, bunun mücadelesi verirken devlet nezdinde bazen ölü olur bazende yaşar! Bugünde çok farklı değil ya durum SANDIKTA VATANDAŞ olursun ya sonra...  İşte içimizden biri Yaşar, hadi siz karar verin Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz!   

Oyunda tabi ki eksiklikler vardı: sahne dekorlarının toplanmasında ve değiştirilmesini neredeyse oyunun bir sahnesiymiş gibi izledik bu geçişler sahne ışıkları ile bizden saklanabilirdi, şarkıların neredeyse hiçbirinin sözlerini anlamadık, diyalogların uzunluğu ile zaman zaman oyundan koptuk ve uyku durumuna geçtik. 

Eksiklere Rağmen sizin hikayeniz,

Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz!

İyi seyirler.