Bugünün rotası İstanbul'dan Aydın-Nazilli. Üzerine destanlar yazılmış kutsal kitapta üzerine yemin edilmiş İncirin memleketine doğru yola koyulmanın heyecanı ile Bursa yolu üzerinde Yalova sınırlarında Sepetçioğlu restoranda öğle yemeği molası verdik. Ne yiyeceğiz diye çok düşünme zahmetinde bulunmadan buranın meşhur yemeği kuyu kebabı kuyudan taze çıkmış:))
Yolumuza devam ediyoruz. M.Kemal
Paşa sınırlarından geçilir de Kemalpaşa tatlısı paralel geçilir mi. Paralel dedim
pardon.^_^. Burada tahinli ve sade olarak Kemalpaşa tatlımızı yiyerek ve yanımıza
da şerbetli ve kurusundan da alarak yolumuza devam ediyoruz.
Trafik kurallarına uyarak akşam saatlerinde Aydın ilinin
Nazilli ilçesine ulaştık. Burada çok sevdiğimiz Işık ailesine misafir olduk.
Kapıda hemen dışarı çıkmak için bizi hazır bekliyorlardı. Bizi çok iyi
tanıdıkları için hiç sormadan buradaki en meşhur pideciye götürdüler aynı mekâna
geçen yılda gitmiştik. Bu pide aslında Bozdoğan pidesi olarak bu yöreden adını
alıyor. Ama bunu en iyi Yenipazar’da yapıyorlarmış. Bu lezzeti Yenipazar
köyünden gelip Nazilli merkezde bize sunan işletme sahibine teşekkür ederiz.
Kıymalı
pidesi özellikle peynirlisi ve kesinlikle yemeniz gereken aslında tahinlisi.
Tahinli pideyi tatlı niyetine tabiri yerinde ise tıka basa doysanız da
yemeden ayrılmayın. Klasik Türkler gibi nasıl
olsa gene çok yedik diyeceksiniz. Pes etme hemen daha çok yiyeceğimiz lezzet
var. Daha ne mi? Asla hayır diyemeyeceğiniz üzerine Allah'ın yemin ettiği
incir...
Bu sene malum havaların kurak gitmesi yeterli yağmurun incir bahçelerine ulaşmaması nedeni ile incirlerde geçen yıla göre verim oldukça düşük. İncirler küçük, kalın kabuklu ve balsız olmuş. Biz bu kadar kilometreyi bu incire ulaşmak için ve ona nağmeler yazmak için geldik. Geçen bütün kuraklığa rağmen değdi. Ertesi gün Çarşamba günü sabah erken saatlerde gene ayaktayız. Hazırlıklarımızı tamamladıktan sonra Nazilli Uzunçarşı'ya gidiyoruz. Neden mi? Ayışığı büfede Necati amcanın meşhur tostu ile sabah kahvaltımızı yapmak için tabiki.
Yaklaşık 35 yıldır tosta hizmet eden usta bir tane yetmez dedi ve ikincileri yapmaya koyuldu bile çoktan biz dur demeye kalmadan. Zaten bu lezzete nasıl dur denebilirdi ki! Bütün mütevazılığine rağmen bu lezzetin farkındaydı. Yoksa nasıl bu kadar yıl o mütevazı dükkânında hizmete devam edebilecekti. Necati amca henüz biz kahvaltıya gelmeden bizim için taze incir ve kuru inciri almış hatta paketlemişti bile. Bizde iki parça olarak Ankara ve İstanbul'a bu lezzeti yaşayamayan ailelerimize kargo ile gönderdik. Hatta kuru incir ile bu lezzet Amerika'da yaşayan abime kadar ulaştı. Teşekkür ederiz Necati amca, teşekkür ederiz Aydın! Arkamıza bakarak büyük düşler şehri Denizli, Pamukkale'ye doğru ilerliyoruz.
Pamukkale Traventerleri ve Hierapolis antik kenti ziyaret etmek Denizli'den 18 km kuzeyine yol alıyoruz. Kaynak sularının kirecinden oluşmuş, parlak, beyaz rengiyle Türkiye’nin en önemli doğa harikalarından biri olan Pamukkale’yi; tepesinde Antik Roma’dan kalma Hierapolis kutsal şehrini ziyarete geldik. Bu masallar diyarının beyazlığı nasıl mı oluşuyor? Basınç altında yer altı sularında erimiş karbondioksit geçtikleri bölgelerdeki kalsiyum karbonatı eriterek taşır. Suyun açığa çıkması ile başınç ortadan kalkınca suda erimiş olan karbondioksitin uçması ile suda erimiş bulunan kalsiyum karbonat ince katmanlar halinde kayaların üzerinde çöker. İşte bu beyazlığın nedeni kimyasal bir reaksiyondan ibaret. Tanrı eli değince muhteşem oluyor değil mi? Tabi ki buraya insan eliyle hiç mi zulüm yapılmamış? Gene karşımıza yaşanmış tarihe ve doğal zenginliği insan eli ile tecavüz eden betonlaşma kendini gösteriyor. Buraya inşa edilen oteller yüzünden maalesef Hierapolis kalıntılarının bir bölümü tahrip edilmiş, otellerin fosseptiklerinden sızan sular ve aşırı insan stresi (!) zamanla travertenlerde sararmaya neden olmuş. UNESCO’nun Pamukkale’yi korumaya almasıyla namusu temizlenemese de bir temizliğe ve düzenlemeye gidilmiş; travertenlerin üzerindeki oteller yıkılmış, üzerinde ayakkabı ile dolaşmak yasaklanmış, termal su kontrollü olarak bölge bölge ayrılarak verilmeye başlanmış, çünkü aşırı miktarda ki su beyazlığın akıp gitmesine neden olduğu gibi uzun süre aynı yere akıtılan su da yosunlaşmaya neden oluyormuş. Travertenler tamamen eski rengine kavuşmasa da tehlikeye karşı önlemler alınmış. Arkeoloji literatürüne kutsal şehir anlamında 'Holy city' olarak geçen Hierapolis; Bergama Krallarından II. Eumenes tarafından MÖ. II. YY. başlarında kurulmuş ve bu adı Bergamanın efsanevi kurucusu Telephosun karısı Amazonlar kraliçesi Hieradan dolayı aldığı biliniyor. Hierapolis’in iki girişi var; yayaların kullandığı güney girişinden ayakkabı ile çıkmak yasak ve motorlu taşıtların kullanabildiği kuzey kapısı Hierapolis kalıntılarının içine çıkıyor. Hierapolis büyük depremler geçirdiğinden dolayı şehrin büyük kısmı yıkık durumda. Şehrin en sağlam duran yapısı MS 1.yy’da inşa edilen tiyatrosu.
Hierapolis şehrinin en büyük kalıntılarından olan Roma
hamamı 1984’den bu yana müze olarak kullanılıyor. Üç kapalı mekan ile doğu bitişiğindeki
kütüphane ve gymnasium olarak bilinen açık mekanlar müze teşhir alanları olarak
düzenlenmiş. Lahitler ve Heykeller
Salonu: Bu
salon, Hierapolis ve Laodikeia kazılarından çıkan eserlerden oluşmaktadır. Bu
bölümde lahitler, heykeller, mezar taşları, mimari sütun paye başlıkları ve
yazıtlar sergilenmiş. Roma Dönemi’ne ait bu eserler içinde Tyche, Dionysos,
Pan, Asklepios, İsis Rahibesi heykelleri bulunmaktadır. Laodiekia kentinde
ortaya çıkan ve müzenin en güzel eserlerinden biri olan Sidemara tipi lahit,
bir şehir meclisi üyesine (Arhon’a)aittir.
Birçok
uygarlığa damgasını vuran küçük buluntular Küçük Eserler Salonu’nda sergileniyor.
Kronolojiye göre sergilenen bu eserler Denizli ve çevresindeki arkeolojik
yerleşkelerden elde edilen eserlerden oluşuyor. Salonun bir bölümünde Beycesultan
Höyüğü kazısından çıkarılmış olan idoller, pişmiş toprak testi, tören (libasyon)
kapları ve taş eserler diğer bölümlerinde ise Frig, Helenistik, Roma, Bizans
dönemlerine ait, pişmiş toprak kandiller, adak kapları, cam kaplar, kolyeler,
madeni takılar (yüzük, küpe, bilezik v.b.) sergilenmektedir. Sikkenin ilk darp
edildiği İ.Ö. VI. yy’dan bu yana Helenistik, Roma, Bizans ve Selçuklu ile
Osmanlı dönemlerine ait altın, gümüş ve bronz sikke örneklerini görmek mümkün.
Hierapolis Tiyatrosu’nun sahne binasını süsleyen eserlerin birçoğu
müzenin Hierapolis
Tiyatrosu Buluntuları Salonu’nda teşhir edilmiş. Bu salonda;
Apollon ile Artemis’e ait mitolojik kabartmalar, Dionysos’un eğlence alayları
ve Roma İmparatoru Septimus Severus’un taç giyme törenine ait kabartmalar,
Persephone’nin Hades tarafından yeraltına kaçırılması, Apollon, Leto, Artemis,
Hades ile ilgili heykeller, sfenksler, Attalos ve Eumenes’in büst heykelleri
ile mimari kabartma örnekleri ve kentin tanrıçasının (Hierapolis’in) taç giyme
töreni ve tiyatro ile ilgili meclis kararlarını belirten yazıtlar görücüye
çıkartılmış.
Burada alan girişine 25tl verip
birde müze girişine 5tl istediklerinde sinirlerim pik yaptı! Kültür bakanlığı
ne yapıyor diye de merak ettim. Bir sürü antik kent gezmeme rağmen böyle bir
uygulama ilk defa burada karşılaştım. Bu memlekette hiç mi standart olmaz diye
insan elinde olmadan sinirleniyor. Aynı gün istikametimizi Antalya'ya
çeviriyoruz.
Tatilin kısalığından ve görecek çok yerin olmasından dolayı tatil planında revizyona gittik. Antalya Korkuteli ilçesi üzerinden geçerek Kemer belediyesine bağlı Çıralı mevkiine doğru yol aldık. Tabiki Korkuteli ilçesinde Şişci Ramazan’da şiş köfte ve Antalya’nın meşhur mu meşhur piyazı yenmeden gidilir mi dedik ve tabiki akşam yemeği için yolumuza burada mola verdik.
Bu harika lezzete isterseniz o bölgede arap
kadayıfı diye bilenen bazı yörelerde taş kadayıf ya da yassı kadayıf diye de
bilinen tatlıyı da ekleyebilirsiniz. Ama biz tercihimizi gene Antalya’nın
meşhur yanık dondurmasından yana yaptık. Aman yanık dondurmada nasıl oluyor
demeyin.
Hani yemeğin altı tutunca bir yanık kokusu olur ya öyle bir tatla
yörenin keçi sütü ile oluyor. Benim severek yediğim bir dondurma ama
sevmeyenler olacaktır tercih meselesi ama denemenizi tavsiye ederim. Oradan
ayrılırken birde ne göreyim tirmisçi!
Tirmis beni çocukluğuma götürdü. Sanki
film şeridi gibi bütün okul yıllarım gözümün önünden geçti yüzümde bir tebessüm
ile. Hatta bir söz vardır ‘çağrılmayan yere tirmisçi gider’ diye. Tirmisimizi
de yanımıza aldıktan sonra artık kamp kurmak için çıralıya doğru yola koyulsak
iyi olacak. Yoksa geceye kalacağız. Yaklaşık akşam saat 9 civarı kamp alanına
Elif Camping’e Mete beyin yolu tarifi ile ulaştık. Mete beyin naif ses tonu ve
bize güvenini hissettiren diyaloğu ile kendimizi evinize gelmiş gibi
hissettirdi. Buraya nasıl mı karar verdik? Doğa ile iç içe karanlığa şahitlik
edeceğimiz, bize kandil olan yıldızları izleyebileceğimiz, sadece kumdaki ayak
sesimizi ve dalganın ritmini duyabileceğimiz kadar sessiz bir ortam istedik.
Elif camping bu huzurlu ve artık bulunması bir o kadar da zor ortamı bize
sağladı. Başta Mete bey olmak üzere abisine ve Reksus’a teşekkür ederim. Nazik, kibar, eğitimli, kültürlü işletmecilerle tatil daha rahat
ve huzurlu geçti. Zaten onlar bütün ihtiyaçlarına daha sen talep etmeden cevap
veriyorlar.
Bu fotoğrafta ki sahil 3
km çıralı ve olimpos'a bakan ortak sahil. Carettacarettaların yumurta bırakma
alanı.
İnsanların
stresli halleri burada kaybolur. Kendilerini huzura teslim etmişler. Yüzlerinde
hafif bir tebbesüm… Bizim gibi orada bulunan diğer misafirlerle saygılı ve
seviyeli bir iletişim halinde buluyorsunuz kendinizi.
Henüz
sabah ezanı okunmadan dinlenmiş olarak uyanıyorsunuz. Sabahın ilk aydınlığında
deniz çarşaf gibi ve ılık… Güneşin doğuşunu denizde izlemek bir şahane. Deniz
sabahın erken saatlerinde berrak ve tabi ki aç balıkları da görmeniz mümkün. Eğer
ki denizde balıklar sizin ayaklarınızı çimdiklerse panik yapmayın sadece yüzün…
Burada
yapay ışık görmeniz mümkün değil. Gündüz Güneş, ‘geceleri size kandil yaptık’
diye kutsal kitapta geçen yıldızlar sizi aydınlatmaya yetiyor. Burada gecenin
karanlığının tanımını öğreniyorsunuz. Burada sessizliğin size etkisini
hissediyor, meltem esintisinin teninizde flörtüne şahitlik ediyorsunuz. Burası
henüz beton kirliliğinin olmadığı, zenginlere peşkeş çekilmemiş, insan
görünümlü yaratıkların değil, insana hayvana doğaya saygılı insanların yaşadığı
huzur limanı...
Bizde
bu cennete limana Ağustos 2014'de kısa süreliğine de olsa demir attık.
İstanbul'un kaosuna gözümüz arkada ama zihnimiz arınmış olarak güzel bir
tebessümle geri dönmek üzere yola koyulduk.
Not:
Günübirlik geziler yaptık; Olimpos antik kent ve Yanartaş.
Olimpos
antik kent ve Yanartaş ile ilgili yazıları sonraki zamanlarda ekleyeceğim.